31.08.2007 Cuma günü İstanbul/Tarabya’da gerçekleşti. Mıstaçoğlu ve Baykul Aileleri'nin çocukları Esra ve Başbuğ kendi ailelerini kurdular. Bu mutlu günü de birlikte olabildikleri tüm sevenleriyle kutladılar…
Ben, ben olalı böyle güzel düğün, böyle güzel çift görmedim!
Oldum olası düğünleri sevmedim. Küçükken düğünlerde koşuşturup yakalamaca oynadığımız yıllar geride kaldığından beri gittiğim düğünlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmez. “Üstüne üstlük bu sefer ev sahibiyiz, hepten sıçtık!..” demiştim içimden. Öyle fena yanılmışım ki…
Esra ve Başbuğ harika bir yemekli düğün organize etmişler meğer. Mekan, Tarabya’da TED Spor Kulübü. Açık havada, ferah ferah bir bahçe. Tarih 31 Ağustos, günlerden Cuma.
Yukarıda gördüğünüz düğün davetiyesini de bizzat ben tasarladım bu şirin çift için. =)
Ben? Ben hastayım. Hesap ettik, en son 7 sene önce, üniversiteye girdiğim yıl bu kadar fena hasta olmuşum. “Hastayım.” diyebilecek kadar yani. Babam ve annem pek kabul etmese de sık sık hastalanmayan bu bünye Bodrum tatilinin son 3 gününde okkalı bir virüse yenik düştü. Üstelik de 1 hafta sonra düğün var!
7 yılın acısını çıkarmaya gelmiş yetkili virüs heyeti Bodrum’daki tüm ehlileştirme çalışmalarına rağmen kontrol altına alınamadı. 3 günlük çaba sonuç vermediği gibi İstanbul’a yapılan otobüs yolculuğu tuz biber oldu. İstanbul’a adım attığımda artık nefes alamaz durumdaydım. Doğruca doktora gidildi. Üst solunum yolları enfeksiyonu. Bademcikler şiş, boğaz boydan boya yara vs vs. Yutkunamıyorum diye gittiğim doktor bana başparmağım kadar bir antibiyotik verdi. “Doktor, ben bunu yutabilsem burada ne işim var?” Bunun yanında arkadaşlık etmesi için 3-5 ilaç daha.
Artık düğüne 3 gün var. Ben yemek yiyemiyor, terlemekten kurtulamıyor, yerinden kalkmayı başaramıyor iken hazırlıklar tüm hızıyla sürüyordu. İşin acı yanı, Fatih’in bir takım elbiseye ihtiyacı vardı. Daha önce hiç böyle bir ihtiyaç olmamıştı…
Canım ablam İstanbul’a geldiğim Salı günü arayıp seni alışverişe götüreyim dedi ama bünyeden izin çıkmadı. Anca Perşembe günü alınabildi takım elbise, resimde görülüyor yer yer. İlk gittiğimiz yerden alıp çıksak da hiç fena olmadı sanki. Esra hanımın düğününde şık olmayacağım da nerede olacağım?..
Günlerden Cuma olmuştur bile. Bir şekilde o sabah daha bir düzgün uyandım. Düğüne kadar da dinlenirsem bu akşamı sorunsuz götürürüm dedim.
Klasik hazırlıklar:
Gelin ve yaverleri kuaförde saatler harcar, saçları bozdurup bozdurup tekrar yaptırırken biz de kendimizce hazırlandık erkekler olarak. Traş olundu, gömlekler ütülendi vs. Ve saatler 17:00’ı gösterirken evde herkes hazırlanma telaşı içerisindeydi. Geline gelinliği giydirildi, bayanlar hazırlandı, erkekler takım elbiselerini üstlerine geçirdi. Saat 17:30. Ve işte damat da gelin arabasıyla gelmişti. Gitmeye hazırız!
Yola çıkıldı. 18:30 da düğün sahipleri olarak mekanda yerlerimizi almıştık. O sırada mevcut bulunanlar gelin ve damatla fotoğraf çekildiler. Ardından kendilerini profesyonel fotoğrafçıların ellerine bıraktık. Zaten davetliler de gelmeye başlamışlardı. Hava kararmaya yüz tutarken düğün havası iyice belirginleşiyordu…
Saat 20:00 civarı gelin ve damat konukların arasına giriş yaptı. Girişlerine harika bir müzik ve tüm konukların ellerindeki parıl parıl maytaplar eşlik etti. Tüm konuklar şık ve gösterişliydi ve çiftin girişini ayakta bekliyorlardı. Görülmeye değer büyülü bir manzaraydı... =)
Gelin bembeyaz gelinliğiyle, damat şık takım elbisesiyle maytaplar kadar göz kamaştırıyordu. Alkışlarla birlikte çift açılış dansını yaptı. Açılış dansının ardından 20 küsür masanın hepsini tek tek gezmek üzere uzun bir maratona çıktılar. Tüm konuklarla öpüştüler, fotoğraf çektirdiler.
Bu masa gezme faslı nihayet bittiğinde düğünün asıl güzel kısmına gelmiştik: Oynamak! =)
Ancak ben 2-3 saatlik koşuşturma sonrasında masada zor oturuyordum. Yerimden kalkacak halim bile yoktu ve “Acaba düğün 12’de biter mi?” diye planlar yapmaktaydım. Birkaç lokma yemek yeme girişimim başarısızlıkla sonuçlanmıştı bile.
Sonra üstüme bir güç geldi! Dedim ki, “Oradaki dünya güzeli gelin benim ablam! Burada böyle oturmam yakışık almaz!” Tabii bu gaza gelme durumunu ablamın Amerika’dan getirttiği ağrı kesici-ateş düşürücü ilaçla da desteklemem gerekti ama sonunda ayağa kalkmayı başarmıştım. Ufak ufak oynamaya başladıktan sonra fark ettim ki, oynarken acı daha az hissediliyor. Tahmin edeceğiniz üzere, gece boyunca çok az yerime oturdum. =)
Hayatımda bu kadar çok eğlendiğim bir gece hatırlamıyorum diyebilirim. Bizim gençler masasıyla tozuttukça tozuttuk ortalığı. Zaman zaman piste dağılıp bu enerjimizi diğer büyüklerle de paylaştık. Artık öyle bir eğlenme moduna girmiştik ki ne çaldığının bile bir önemi yoktu.
Bu sırada oynak gelin ve damadımız da boş durmadı tabii ki. Gece boyunca onlar da hiç oturmadan oynadı ve bu harika düğünün tadını sonuna kadar çıkardılar. Birbirlerine ne kadar yakıştıklarını, ne kadar mutlu olduklarını herkese gösterdiler.
Saatlerce dans edip yorgunluk bedenlerimizde kendini gösterdiğinde saatler gece yarısını çoktan geçiyordu. Düğün 01:00’da sona erecekti. Son misafirler de ayrıldıktan sonra düğün sahipleri olarak mekandan çıkmamız 01:30’u buldu.
Gelin, damat, anne, baba, kardeş, konuklar… Herkes mutlu ayrıldı geceden. Bu düğünün ilklerinden biri de, hiç kavga çıkmamış olmasıydı. İçip içip birbirine giren birkaç konuk neredeyse adetten sayılmasına rağmen bu düğünde hiçbir negatif olay yaşanmadı.
Bu güzel düğün, “Dünyanın En Güzel Düğünü”, umarım bu harika çiftin önlerindeki ortak yaşamlarının küçük bir provası olur. Hayatlarındaki her şey bu kadar düzgün, bu kadar şık, bu kadar kaliteli ve bu kadar keyif verici olur.
Allah onları bir yastıkta kocatsın. =)
İkinizi de çok seviyorum.
Kardeş ve kayınço;
fab
03:00 / 14.09.2007 / bilgisayar / ev
resim 1: fab (davetiye)
resim 2: dijital makinamız =)
resim 3: semra
resim 4: fab
resim 5: büşra
resim 6: büşra
resim 7: semra / değişiklikler: özo