Tuesday 26 February 2008

Akla Düşen Düşünceler No: 20080226 (ananem)


  • Gece Şehremini Lisesi’nin sokağından evime yürürken geriden gelen sokak lambasının ışığı, kendi uzuuun gölgemi yere düşürürken yaklaşmakta olan sokak lambasının oluşturduğu kısa boylu gölge birden yanı başımda bitiverince “bu ne amk?!” diyerek yana sıçramam… Yani? Kendi gölgesinden korkan adam işte…

  • Geçen Met Üst yazmış. “Gençken Atamız da görsün diye sevgiliyle Taksim’de anıtın önünde buluşurduk” diye… Doğru valla! Eskiden buluşma noktaları Anıt yada AKM idi. Şimdi Burger King yada McDonalds’ın önü oldu. Ufaktan ufaktan bizim için çok önemli olan şeyleri yitiriyoruz da bir türlü uyanamıyoruz sanki…
  • Allah’ın sopası yok! Bi yerden eve dönüyorum. Kulağımda mp3 çalar. Placebo çalıyo. Tam da every me every you çalmakta. Ezan okunmaya başlamıştı. “Sağ kulağım açık, bişi olmaz” diyerek tek tarafı kopuk kulaklığımı tekrar taktım kulağıma. 2 adım attım. Kaldırımda park halindeki bir motorun yanından geçerken birden bire kulaklık hem kulağımdan, hem de cebimdeki mp3 çaların üstünden söküldü gitti. Bi döndüm arkamı, motorun direksiyonunda 2 tur atmış halde sarılı duruyor kulaklık. Elle yapsan bu kadar olur. İnceden de sallanıyo böyle, “bak buradayım” dercesine. Dönüp aldım kulaklığı, yola bi döndüm, karşımda caminin minaresi! Müezzin okuyor! “Tamam” dedim, “dinlemiyorum. Afedersin…” Kendi gölgemden korktuğum yer de bu kaldırımın hemen yol hizasıydı. O sokakta bişi var…
  • Şu beynini kenara çek biraz. Hiç bişi göremiyorum!..
  • Hepimizin isimleri var. Birbirinden farklı olsun diye soy isimlerimiz var. Gene de bizimle aynı isim ve soyisime sahip tonlarca insan var. Ama dünyadaki her e-posta adresi benzersiz. Ne acayip di mi? Teknoloji bize galip gelmiş gibi…
  • Benim ananem (anneanne) melek gibi bi insandı yaa! Öldükten sonra melek olmuş olabilir bence. En azından bizim departmandan (fani dünya) alım yaptılarsa kesin almışlardır onu diye düşünüyorum. Şimdi ben bunu yazarken beni izleyip “anam yavrum daaaa” şeklinde, meşhur sevme sözcüğüyle sesleniyordur bana. Hey gidi “17 benli Şadiye”! Sen “çok yaşa” e mi?.. (Şadiye Kaynak’a tüm sevgimle…)


  • Geçen cmylmz’a gittik. Espriler eski gösterisiyle %70 çakışıyordu ama gene de altımıza sıçayazdık gülmekten. Çıktıktan sonra dedim ki birkaç gün mizahi bir yaklaşım denemeyeyim. Ne yaparsan yap esinlenirmişsin gibi geliyo. E anam şov, şov diil ki! 3,5 saat! Bitti diye çıkıyosun, gidiyosun. Bünye içinde 1-2 hafta daha dönmeye devam ediyo kaset. Çok fena…
  • Şirketlerde kriz yönetimi diye bişey var. Nası yönetiliyo ki kriz? Yönetebiliyorsan neden kriz? Belli ki yönetemiyosun, bizi yiyosun. Çok kaotik…
  • Bir de Cem Yılmaz’ın “5 maddede Anadolu rock” diye bir öğretisi var. Dinlemeniz lazım! =D
  • Sizin hiç metronun yada otobüsün camından yansıyan güzeli keserken göz göze geldiğiniz oldu mu? Benim hiç olmadı…
  • İştahı bol olanlar! Yemek için yaşayanlar! Çok yemekten şikayetçi olanlar! Zayıflamak mı istiyorsunuz? Size bir tavsiyem var: Az ye biraz eşeğin evladı! Hadi bakalım. Çıkın şimdi mutfaktan… (Ata Demirer yazısından sonra gelmesi de çok acaip oldu hee. Tamamen ayrı yazılmış yazılar halbuse…)
  • Acıbadem kurabiyesi ve az şekerli sütlü neskafe. Off diyorum!.. (Ülen bi az ye diyosun, bi acıbadem kurabiyesi diyosunn! Tutarsız mısın nesin?!)
  • Asıl soru, “1 kilo pamuk mu daha pahalıdır, 1 kilo demir mi?” bence. Ona bakmak lazım. Yoksa önce düşmüş, sonra düşmüş sana ne?..
  • Geçen feysbuktaki süper duvarıma bir mesaj geldi. Türkiye’nin yeni tanıtım videosu eklenmiş mesaja ve mesaj şöyle:
“MUTLAKA İZLEYİN VE İZLETİN!!!!!!!!!!!
Herkese gonderin...gormeyen kalmasin!!
Turkiye`nin yeni tanitim videosu!
EXCELLENT!!!!”

İyi güzel hoş da… Madem böyle milliyetçi gibi, Türk damarı kabarmış bi halde mesaj atıyosun… Sondaki “excellent!” ne ola ki? Nesin şimdi sen? Ben bilmiyorum senin ne olduğunu. Bence sen de bilmiyorsun. İnan, bilmek de istemiyorum ben…

  • Yaşımız genç değil, geç hiç değil…
  • Bilinmeyeni gidip keşfetmek ve başının çaresine bakmak. Hayatın özü budur gibi geliyo bana…
  • Bu son 2 satırı ben daha önce yazmıştım. Yayınlamak bu güne nasipmiş. Londra'ya gidişimden bi kaç gün önce... =) İstanbul'a iyi bakın. Dönünce burayı çiçek gibi bulucamm!..
26.02.2008 / salı / 18:29 / ev / bilgisayar
/ placebo - taste in man

resim: fab

Sunday 17 February 2008

Boktan bir muhabbet…

Gerçekten boktan bir muhabbet. Hazırsınız mı?..
  • Evet bugün size fablamaca’nın beyninden sesleniyoruz. Son aldığımız haberle ilgili buradaki halkın düşüncelerini soracağız. Mikrofonumuzu vatandaşa uzatıyoruz. Bakalım onlar ne düşünüyorlar bu konuyla ilgili. İşte kişiliklerden biri geliyor. “Merhaba. Kadınların da erkekler gibi günü birlik yada gün aşırı olmak üzere mütemadiyen sıçtıkları resmen açıklandı. Siz ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?”

- Yok artık!
- Daha neler?!
- Yok öyle bişi!
- Valla mı?
- İnanmıyorum...
- Hepsi mi?..
- Yalannn söylüyorsunn! (kadir inanır modunda)
- Bana bunlarla gelmeyin!
- Beni bu safsatalarla kadınlardan soğutabileceğinizi mi sanıyorsunuz?
- Kuyruklu yalan!
- Bu dünyanın çivisi çıkmış arkadaşım...
- Sıçmayanından kalmadı mı?
- Bari siz yapmayın!
- Peki o zaman...
- Bir gencin duygularıyla oynadığınızın farkında mısınız?
- İyi günler...
- Ben içten içe biliyordum aslında.
- Böyle bi söylenti vardı ama inanmak istememiştik…
- Şu hayatta bunu da gördüm ya!..
- Essah mı diyon?
- Oh mondiyö!
- Demek ki o delik?.. Tabii yaaa!
- Ama kokmuyordur onların…
- Zaten iyi insanın içinde kötü şey durmazmış…
- Hayıııııııııırrr!..

  • Yalnız mütemadiyen hepimiz sıçıyoruz, farkında mısınız? Sadece kimse bundan bahsetmiyor. Biz de kimseye kondurmuyoruz. Bak, ilk aklınıza gelen kişiyi sıçarken hayal edin şimdi. En yakın arkadaşınızı, sevgilinizi, falancanın babasını falan. Düşünün, düşünün. Çok acayip di mi? =P
  • Bi gece otobüs yolculuğundayım. Çok severim uzun yolları. Özellikle gece. Marmaris-İstanbul yolu. Mola verdik. İzmir Selçuk Varan Tesisleri. Tuvalete girdim ilk olarak, doğal fizyolojik ihtiyaçları karşılamak için (işeyeceğim yani). Bir tek ben varım, bir pisuarın önünde. Tuvalet boş. Biri girdi içeri. Ben pisuarda olduğum için arkamdan geçti, tuvalet kabinlerinden birine girdi. Ne yüz, ne kıyafet, hiç bişi görmedim. Genç-yaşlı? Hiç bilmiyorum. Ama 10 sn sonra dünyanın en mutlu adamları arasına bir yükseliş yaptığını biliyorum. Daha kapının kapandığı anda bir gök gürlemesi, bir rüzgar sesi, yağmur şapırtısı ki sorma gitsin! Tuvalete girdiğim ve yalnız olduğum o kısa an, fırtınadan önceki sessizlikmiş meğer. Patır patır, çatır çatır! Adamın bu çekinmez tavrı, rahatlığı, sesleri öksürük ve sifon sesiyle boğuntuya getirme basitliğine düşmeyen dürüst tavrı beni çok etkiledi! Açık açık belirtti adam: “Şehirler arası bir yolda, bir mola yerindeyiz. Ya sen, ya ben, muhtemelen ikimiz birden yolcuyuz. İkimiz de burada yaşamıyoruz. Birbirimizi hiç görmedik ve asla kim olduğumuzu bilemeyeceğiz. Oyunlara veya maskelere gerek yok. Neyse o! Senden bir şey saklama gereği duymuyorum…” Helal olsun be! Adamla öyle bir empati kurdum ki bir an, o gazı kendim çıkarmış kadar oldum. Adeta hafifledim, karnımın ağrısı varmış da geçmiş gibi oldu sanki. Hani gaz ağrın varsa dik yürüyemezsin de çıkarınca dimdik durursun o rahatlıkla. Aynen öyle dimdik çıktım tuvaletten. Bekleyip imza alsam mı dedim ama anın büyüsünü bozacağını düşündüğümden hemen vazgeçtim. Ama süzme mercimek çorbamı içmek için lokantaya doğru giderken çok takdir ettim, çok…
  • Son bir konu daha var. Arkadaşlarla falan beraberken bi yerlerde, mekanın tuvaletine gittiğinizde ve herhangi bir sebeple geç geldiğinizde hemen “sıçtı” etiketi yapıştırılıyo ya, gıcık oluyorum! Ya belki sıra var? Belki önümdeki sıçtı, onu bekledim! Hayır ben de sıçabilirim ama sıçmamışken de neden böyle bi etiket olsun ki yani üstümde? “Bu var ya buuu! Güzel bi tuvalet bulmayagörsün, hemen sıçar!” Ne alakası var arkadaşım? Saçıma bakıyorum belki ben? Saçımın arkasındaki anarşik topluluk gene ayaklanmış, az suyla onu düzeltmeye çalışıyorum belki? Sizin yüzünüzden aynada saçıma başıma bakamıyorum, doya doya kendimi süzemiyorum. “Şimdi sıçıyo derler” diye dönüyorum hemen. Ben size yapıyo muyum?!

Bu konuları açıklığa kavuşturduğumuz iyi oldu di mi? Ohhhh nası rahatladım... =) İyi haftalar millet!

17.02.2008 / pazar / 18:51 / ev / bilgisayar
/ dream tv
/ kupada su, hep su, daima su yaşasın su!

resim: fab

Friday 8 February 2008

İstanbul'a Parçalanıyorum, Gözlerim Kapalı...

Evden çıkıp yürüyorum. Çok sevdiğim Başvekil Caddesi’ndeyim. Kulağımda mp3 çalarımın kulaklığı. Tori Amos’un sesi kulağımda. Çok güzel, çok duru… İçime işliyor sanki.
 
Yürüyorum. Bakkallar, caddenin demirbaşı kebapçılar, marketler geçiyorum. Kısacık yolu, 3 dakikada yıllarca yürüyorum sanki. Kulak zarıma gelen her nota darbesi, zamanı bi kat daha yavaşlatıyor. Sokak genişliyor sanki, ötesini görebiliyorum. Ama genişleme değil bu. Müzik zamanı yavaşlatıyor ve beni moleküllerime ayırıyor adeta! Her şeyle bir oluyorum yavaş yavaş. Duvarın, ağacın, yolun, geçen arabanın içine karışıyorum.
 
Parçalarıma ayrılıyorum yavaş yavaş. 3 dakikalık yolu yıllarca yürüyorum! Adımlarım arasında mevsimler geçiyor benim için ama insanlar akıp gidiyor yanlarımdan…

Parçalarım benden uzaklaşıyor, parçalandıklarından daha da yavaş. Tek bir bilinç ve ayrılan parçalar değilim o an. Her parçam bilinçli. Her parçam uzaklaştıkça farklı şeylere karışıyor ve ben hepsini hissediyorum. Milyonlarca gözüm var ve her şeyi görüyorum sanki. Parçalarım uzaklaşıyor benden, çok yoğundan, az yoğuna doğru. Diffüzyon olayı gerçekmiş diyorum kendi kendime…
Her yöne uzaklaşıyorum kendimden. Büyüdükçe büyüyorum. Bir parçam yanımdan hızla geçen kıza doğru gidiyor. Kızın yanağına yapışıyorum, kızın hızıyla. Kızın da bir parçasıyım artık, kendimin de. Bütün olmaya ilk defa bu kadar yakınım belki de, parçalarıma ayrılmış bu halimle.
 
Başka biri geçiyor yanımdan. Orta yaşlı bir adam. Bıyıklı. Kemal adı. 2 gündür traş da olmamış. Beyazlar var sakalları arasında. Beresinin altından saçında da beyazlar olduğunu görüyorum. Çok yıpranmış gibi görünüyor adam, bitkin. Yakası açık bi mont giymiş. İçinde giydiği hırkanın altından kareli gömleği görünüyor, mavi beyaz. Bir parçam bıyıklarının arasına giriyor savrulup. Gözlerimin önünde hatıralar beliriyor. Araba tamircisinde küçük bir çocuk görüyorum, üstü başı yağ içinde. Sonra bir delikanlı, inşaatın önünde çimento karıyor, elleri su toplamış kürekten. Düğün, ev, çocuklar… Adamın nasırlı ellerine baktığını görüyorum geçmişinde. Boş ellerine bakıyor. Aklından para geçiyor. Boş ellerine bakıyor ve ağlıyor. İnşaatın arkasında, saat sabah 6…

Başka bir parçam daha şanslı. Güzel bir kadına doğru savruluyor. Tam dudağına yapışacakken derin bir nefes alıyor kız, havayla birlikte ciğerlerinde buluyorum kendimi. Dışarıdan güzel olan görüntü burada o kadar güzel değil. Simsiyah her yer, zift ve katran. O çamurun içine yapışıp kalıyorum. Hisleri geliyor zihnime. Daha orta okuldayken, kızlar tuvaletinde sigara uzatıyor bir kız bana, yani ona. İçine çekiyor, öksürdükçe öksürüyor. Ciğerler isyanda… Bırakmak istediğini hissediyorum. Daha da içine girip bakıyorum, her seferinde başka bir darbe yemişiz. Evlilik vaadiyle kandırıp giden birisinin yüzünü görüyorum. Karalanmış tükenmez kalemle ama gene de bir göz bana doğru bakıyor, yani ona…

Tüm caddeye yayıldım neredeyse. Milyonlarım, milyarlarım…


Küçük bir çocuğun dizindeki yaraya yapışıyorum. Tüm gücümle iyileştirmeye çalışıyorum orayı. Her kan hücresini, her trombositi kendime çağırıyorum. Çok uğraşma diyor bana çocuğun parçaları. "Birazdan gene düşecek…" Dizden yukarıya bakıyorum çocuğa doğru, başı yukarıda, kendinden uzun her şeye baka baka, güle güle gidiyor yolda. Çocuk önüne bakmadığı için düşüyor ama önüne bakmadığı için mutlu. Başı ağır gelmiyor ona, hep havada. Büyükler o yüzden düşmüyor, çünkü kafaları yerden hiç kalkmıyor…

İşte güzel bir kız! İrademi zorlayıp ona doğru yöneliyorum. Güzel giyinmiş, mini etekli, fönlü saçlarını savura savura gelen bi dilber. Dekoltesini hedefliyorum ve rüzgar da niyetimi anlamış gibi yardım ediyor bana. Yumuşacık vadiye, tüy gibi yapışıyorum. Mis gibi kokuyor her yer. Sim de sürmüş kız dekoltesine. Her yanım parlıyor. Sanki yıldızlar arasında yatıyorum. Düşüncelerin gelmesini bekliyorum. Gelmiyor. Ben gidip ulaşmaya çalışıyorum, ulaşamıyorum. Sonra anlıyorum, boş yukarısı. Tüm çaba dışarıya harcanmış yıllarca, içerisi boş. Kızın dudağının kenarındaki masum olmayan gülümseme, mutluluk belirtisi. Mutlu o halinden. Cehalet en büyük saadetmiş meğer…

Milyonlarca parçam, yüzlerce kişiye yapışıyor o yürümesi yıllarca süren 3 dakikalık yolda. Yaşlı nine ve dedelerin takma dişlerine, hip-hopçı gibi giyinmiş bi çocuğun jöleli saçına, liseli bi kızın ekoseli eteğine, simitçinin kulağına, alternatif bi gencin uzun sakalına, el ele tutuştuğu sevglisinin rimelli kirpiğine ve siyah ojelerine yapışıyorum. Hepsini hissediyorum, hepsiyle bütünleşiyorum. Parçalarıma ayrılırken hiç olmadığım kadar bütünüm…

Herkes için hissettiğim milyonlarca, milyarlarca duygu düşünce var. Çok azı ortak. En çok dikkatimi çeken, hepsi kendisini ayrı sanıyor. Diğerleriyle alakasız sanıyor. Tek başına varolduğunu, varolabileceğini düşünüyor. Sokakta etrafında geçenlerin kim olduğunu umursamıyor, ilgilenmiyor. Herkesin birbiriyle bağıntılı olduğundan habersiz her biri… O yüzden yalnız her biri aslında. Herkesin derdi yalnızlık ve belki hiçbiri farkında değil bunun tam olarak.

3 dakikalık yolda yıllarca yürüyorum. Mevsimler geçiyor zihnimden, diğer insanlarla bütünleşirken. Tori Amos’un sesi bölüyor beni parçalarıma, bütünleştirmek için. Sesi duru, pürüzsüz, parlak… Büyük bir rüzgar geliyor. Rüzgar da bilinçli en az benim kadar. Tanrısal bir görevle, uzaklardan gelmiş benim için sanki. Döne döne savuruyor beni. Her şeye, herkese yapışıyorum hızla. Zihinleri akıyor zihnime. Onlar da hissetmeye başlıyor yavaş yavaş kendilerindeki değişikliği. Dışarıdan gelen ama hiç de yabancı olmayan o farklı bilinci. Bütün olmanın ne demek olduğunu, hayatın küçük ama asla önemsiz olmayan parçaları olduklarını görmeye başlıyorlar. Benim zihnim beliriyor zihinlerinde. Rüzgar arttıkça güçleniyor bağlantımız. Onlar da benim duyduğum müziği duyuyorlar artık, onlar da yavaşlamaya, o hızla parçalanmaya başlıyorlar. Rüzgar fırtınaya dönüşüyor, dünyayı kaplamak üzere yükselen ve…  

Birden bire kesiliyor her şey! Rüzgar duruyor. Rüzgar yok!

Kendimi sokağın ortasında buluyorum. Kulağımda mp3 çalarımın kulaklığı. Ama ses yok. Kaybettiklerimin korkusuyla uzanıyorum alete, ekranı kapalı, şarjım bitmiş! Başımı silkeliyorum neler olduğunu idrak edebilmek ve kendime gelebilmek için. Müziğin eksikliği ve kafamda geçenlerin belirsizliğiyle kafamı kaldırıyorum yürümek üzere ve dona kalıyorum o an. Tüm cadde duruyor. İnsanlar duruyor. Hepsi bana bakıyor. Hepsi beni görüyor. Hepsi beni hissediyor… ama müzik ve rüzgar yok…

Milyonlarca parçaya ayrıldım ve ilk defa bütündüm bu kadar. İlk defa tamamdım…

07.02.2008 / 18:21 / perşembe / ev / bilgisayar
/ tori amos – way down
/ kupada su, bol bol su…

resim: fab

Friday 1 February 2008

Akla Düşen Düşünceler No: 20080201 (forvırtma şu mailleri artık!)


  • Yol boşken bile kırmızı ışıkta bekleyen idealist toplum insanlarına bayılıyorum. Tutup öpesim geliyor! Saflarım benim. =)
  • Futbol bir tutkudur. Halı saha ise tutku ve geyiğin uygun oranlarda karışımı…
  • Geçen Altay Öktem köşesinde bahsediyordu. Dizüstü bilgisayar neymiş, dizin üstünde durmaz ki bilgisayar diye. Haklı! “dizüstü” dediğiniz bilgisayarı koyduğunuz yerden alın, kenara koyun. Aynı yere bi kızı oturdun. Nereye oturdu kız? “KUCAĞA!” Yaaa! Olsa olsa “kucak bilgisayarı” o. O da olmadı, “kucaküstü”! Daha aşağısı valla kurtarmaz…
  • Magazin programcıları! Sözüm size! Kimin eli kimin kötünde diye tepelerinde 10 kiloluk kameralarla kameramanları koşturcanıza bi işe yarayın ulan! İzleyen ev hanımları zevzekliklerinden, izleyen erkek bozmaları da “bir çıplak baldır görürüz” diye abazanlıklarından izliyo sizi. Utanmıonuz mu hiç? Alın size fikir: Feysbuk diye inliyo ortalık! Ünlüler de çıkıp çıkıp “Aaa ben girmedim hiç öyle bi siteye. Yalandan konuşuyo başkası benim yerime.” diyip duruyolar. Alın kameranızı, mikrofonunuzu, sorun cümle ünlü aleme. “Feysbuk’ta var mısın yok musun kardeşim sen?” diye. Yoksa açık açık söyler abi, abla. Meraklısına da, ünlüsüne de bi faydan dokunmuş olur. O deyyus da her kimse , konuşamaz bi daha kimseyle! (Onu da bi yakalarsam yedi sülalesini silkelicem hakkaten! Ne puştun evladıymışsın be? Adam gibi bi site bulduk, eşeğin kötüne su kaçırmasanız olmaz!) Magazin eblekleri! Bu size son ihtarım. Bi akıllanın artık yaaa! Yıllardır flaş flaş flaş! Şok şok şok! Şokacam hakkaten!
  • Dişlerimi yemekten hemen sonra fırçalamayı hiç sevmiyorum ama sevişmeden hemen önce fırçalamaya ÇILLLDIRIYORUMM!
  • La bi yorum yazın olum! Korkmayın bu kadar! Bakıyorum. Bi sürü giriş var siteye. Karalayın bişiler. “Ben buradaydım hacı!” yazın. Havalı olsun diye İngilizce yazın? “Falanca vaz hiyır…”
  • Beyin düz çalışır. Bir cümle çıkıyorsa dışarı, onu çağıran bir şey mutlaka vardır dışarıda…
  • Yaa bu forvırt meyilleri şimdi de feysbuk supırvoluna bulaştı! Saçma sapan şeyler geliyo! Yok “bu arkadaşlık çiçeği, umarım sen de bana gönderirsin” falan! Sen hiç bana gönderme, hepten sende kalsın çiçek! Salak mı ne? “Bunu 333 kişiye forvırt edersen vallahi şansın açılcak, koca bulcan, götüne talih kuşu koncak, kafana şans su aygırı düşcek!..” Bence insanlık tarihinin en tehlikeli virüslerinden biridir bu. Devlet olaya el koymalı! Forvırt meyilini forvırt ettiği anlaşılan kişiye 102 yıl ağır hapis cezası istemiyle dava açılsın!..

  • Bahane üretmeye başlamak, kaybetmenin yarısıdır…
  • Böyle biri, karşısındakine sinirlenip “Kes ulan! Ne zaman konuşacağımı sana mı sorcam?!” diye çıkışır ya? E bunu derken de karşı tarafa sormuş olmuyo mu? Çok saçmaymış hee! =)
  • Geçenlerde Smirnoff’un “Smirnoff Experience” kisvesi altında düzenlediği Russian Disco Parti vardı. Shantel diye bi dj çıkıyo vs. Organizasyon da bizim arkadaşlara ait. Verdiler davetiyeleri elimize, gittik. Davetiyelerde de ikişer tane içki kuponu var. Gece de Smirnoff’un olduğu için yer gök votka. Bizim kuponlar bitti. Organizatör arkadaşlarımdan Bedir’i buldum. Dedim “Davetiye var mı?” Gülümseyip “İçki mi alcaksınız?” dedi. Bi an gözünde şeytanı gördüm! Çıkarıp 5 tane davetiye verdi çantasından. Yani 10 adet içki kuponu… Gecenin sonu pek hayırlı olmadı tabi Yako ve benim için. =)
  • Radyonuzdan 102’yi ayarlayın. (Herkes biliyodur gerçi de) Radio Lounge 102. Harika bir kanal…
  • Geçen annem kuru patlıcan dolması yapmış gitmeden önce. Off diyorum. Sever misiniz?..
  • Geçen öyle skindirik bi tv programı izliyorum. Arada çok güzel bir söz söylediler, paylaşayım dedim: “Ön yargıları kırmak, atomun çekirdeğini kırmaktan daha zordur. – A. Einstein” Şu ön yargılı olmakla ilgili yazdığım “Beyaz Melek” yazısına cuk oturdu. Eyvallah Albi!
  • Ben yazılarımı mayalıyorum. Valla! Yazıyorum ben böyle. Sonra mayalansın diye etrafını sıcak havluyla falan sarıp bırakıyorum bilgisayarda. Sonra akşama yada ertesi gün açıp bakıyorum. Maya tutmuşsa okuduğunda güzel geliyor yazı. Tutmamışsa “aman ne saçmalamışım heee!” diyosun. Yazı mayalanmışsa, ver elini fablamaca…
  • Anadolu liseleri neden “Anadolu” lisesi?..
  • Çorap dediğin ayağı saracak arkadaş! Hani bazı çoraplar vardır, böyle bi bollaşır. Sümük gibi olur! Gene de hızla evden çıkarken çekmecede bir tek o kaldığı için giymek zorunda kalırız. Sonra botun içinde falan o çorap böyle aşağılara doğru kayar. Ayağınızın altında toplanır. Hatta bazen çorabın tüm goncu topuğun altına kadar iner, topuk ve ayakkabı arasındaki sürtüşmede tutunamadığı için. Bunu fark edersiniz. İşaret ve başparmak marifeti ile aşil tendonun kenarındaki boşluklardan faydalanarak botun içine girer, çorabı ustaca yakalar ve çekersiniz. Ayağınızın altına toplanan çorap yeniden dümdüz oluverir. İşte o an, harika bi an benim için! Yenilenmiş, yeni bir ayak sahibi olmuş, duştan yeni çıkmış gibi hissedersiniz. Aydınlanır, tazelenirsiniz. Bomba gibi dönersiniz yürüyüşe. Bir buçuk saattir tuttuğunuz 3 adet Arjantin bira yüzünden ucu ucuna eve yetişip tuvalete bir şelale, bir çağlayan misali patlamak da buna eştir benim gözümde…
  • Sizin hiç eski yada mevcut kız arkadaşınızın en yakın arkadaşından böyle ufak ufak hoşlanıp, “ulan belki ileride olur” diye gelecek planları yaptığınız oldu mu? Benim hiç olmadı…
  • Kafam t.şak gibi oldu… (Çapa’da bi evden…)
  • "İçimden" y.rrak kafası demek istiyorum! (2 saatlik çaba sonrası henüz projeyi kaydedemeden kilitlenen windows movie maker'a bu şekilde bağırdım... Ardından düzeldi ama! Akıllı ol Microsoft!)
  • Seks filmlerinde penis ve vajina gözüküyorsa porno, zaman zaman vajina uzaktan görülüyorsa erotik, sadece göğüs ve popo görülüyorsa show tv gece yarısı kuşağı mı oluyor?..
  • Liseli ve üniversiteli arkadaşlar! Sözüm size! Hani masa başında dersinizi çalışırken içinizden bir ses “şuraya biraz uzanayım da öyle daha rahat okurum” diyo ya? O yalan biliyonuz di mi? Uzanarak rahat “uyunur”; okunmaz… =)
  • Bu sene katıldığım 1 haftalık bir tekne turunda koçluk yaptığım çocuklarımdan biri olan Murat’la konuşuyoruz MSN’den. Çılgın bi çocuk zaten. 12-13 yaşında en sevdiği film God Father, deli Marlon Brando, Al Pacino taklidi yapıyo vs. Neyse okulundan bahsediyo bana. Başka sınıftan bi çocuk öğretmeninden tuvalete gitmek için izin almış, dalmış bunların sınıfa! Kızın birine çıkma teklif etmiş! =) Ben de dedim hoca herhalde aldı cetveli, çekti dayağı buna. Hoca kızmak için kalkarken gülmekten yere yıkıldı diye devam etti. Dedim o zaman filmlerdeki gibi tüm sınıf alkışladı ve alkışlar arasında öpüştüler. Hayır dedi. Kız hareket çekip “bok” demiş. =D Gerçek kesit olmuş o zaman bu dedim. Sonra devam etti. Çocuk aklına gelen her sapıklığı yapmış sonraki gün. Kızın önünde 31 bile çekmiş anlattığına göre. Sonra kız bunu dövmüş! Çocuk da utancından okula gelememiş ertesi gün.=D Yeni nesil alem yaa! Biz anca saçını falan çekiyoduk kızların. En uç aktivitemiz sıranın altından popoya kalem batırmaktı...
  • Eskiden “İstiklal Marşı’nı tersten okutmak” diye bir şey vardı, bilir misiniz? Orta okul ve liselerde… Erkekler iyi bilir! Yumurtaları mengeneye koymak diyim işte ben size. Türk gencinin icadı işte. İşkencesi bile milliyetçi! =D
  • Ocak da bitti şaka maka. 2008 tüm hızıyla kaptırdı gidiyo hani. Haydi görüşürük...
01.02.2008 / cuma / 02:04 / ev / bilgisayar
/ bardakta elma suyu - fıstık ezmeli ekmek
/ haybeden halı saha maçları vol.11'den hemen sonra...
resim: fab
Related Posts with Thumbnails