Showing posts with label korsan. Show all posts
Showing posts with label korsan. Show all posts

Saturday, 15 December 2007

Akla Düşen Düşünceler No: 20071215


  • Geçen aklıma düştü. Biz erkekler kıllarımızı kestikten sonra (tıraş olduk vs.) o kıllar es kaza lavaboda falan kalırsa “Iğğğyyy iğreennçç!” oluyo kızlar için. Ama onlar vücudumuzdayken bizi öpüp okşuyolar. Demek ki iğrençlik, kılların kesilmesinde…
  • Ben lise müdürü olsam, okul formasını havalı bi takım elbise yaparım. Siyah mesela. Gömleği de siyah yaparım (Hem kir belli etmez.) Kravatı da mor ince kravat yaparım. Arma falan yok. Zaten forma benzersiz, ne gerek var? Hatta kravat, şimdi şu, liselilerin çok sevdiği kareli kravatlardan olsun. Herkes seve seve giyerdi, forma sorunu ortadan kalkardı. (Bizim iğrenç yeşil bir ceketimiz vardı mesela… İhsan Mermerci Lisesi.) Üstüne yaka düğmesini açık bırakıp, kravatı çok sarkıtmadan açma izni verirdim. Zaten çok sıkı olunca yaka kiri oluyo leş gibi! Bi de derslerde ceket çıkarmak, gömleğin kollarını kıvırmak serbest. Nasıl olsa dinlemiyolar olum! Hiç olmazsa kuralları ben koydum derim. Hocaya yarancam diye illa yakasını sıkı sıkı ilikleyen inek öğrenciye de sözlüden sıfır! Hayatı öğrensin biraz denyo!..
  • Geçenlerde Beşiktaş’ta bi kafede otururken, önümüzden omzunda kedi olan bi adam geçti. Öyle yavru falan değil, bildiğin kocaman, gürbüz bir kediydi… (Hayır abi, kahve içiyordum tabii ki! Ne içicem gündüz gözüne?!)
  • Uzun süredir sürdürdüğüm araştırmanın sonucunu açıklıyorum: Son dönemde bir kişiye online olarak ulaşmanın en hızlı yolu poktur! (Bkz. facebook – “poke”) MSN falan hikaye yani. Telefonumu açmayan adam, anında “pok mi bek” yapıyo… Manyak mıyız neyiz?..
  • Omzunda kediyle adam geçince şöyle bi ampul yandı kafamın derinliklerinde. Hani filmlerde, masallarda deniz korsanlarının omzunda papağanı olur ya? Belki karada da böyle bir konsept var? Adam kara korsanı belki? Korsan sidi falan satıyo. Olamaz mı ki?..
  • Feysbuk, sürekli olarak görüşmek istemediğiniz ama bi gün görüşebiliriz dediğiniz insancıkları, size belli bir mesafede tutmanıza yarayan, harika bişidir. Gayet bariz, akıllı bi insan evladının ürünüdür.
  • Ben penguen, uykusuz falan okuyom ya? İşte ben böyle dergiyi okurken illa sırayla okumak zorunda hissediyorum kendimi. Mesela favori köşe “Sandık İçi” fakat o upuzuuuun “Bebek Kafası”nı bitirmeden katiyen geçemiyorum Sandık İçi’ne. (Vedat’çığım. Bebek Kafası’nı sevmediğimden değil de, mesela Bostancı-Taksim dolmuşununda hoplaya zıplaya, minimum ışıkta ilerlerken, Sandık İçi’nin resimlerine bakıp bakıp gülmek daha mantıklı sanki di mi abicim?) Sırayı bozarsam, diğerine haksızlık gibi geliyor. Yanlışlıkla falan diğer sayfayı açarsam gözümü kaçırıyorum. Çok fena…
  • Bi kaç hafta önce de cebime kedi girdi! Ya valla bak! (Hayır bişi içmiodum abi! Ne içicem? Siz de beni iyice alkolik yaptınız! Az önce adamın omzunda kedi gördüm dedim, ona da aynı muameleyi yaptınız! Dur anlatıyorum…) Çapa Tıp Fakültesi içindeki basket sahasına gittik. Basket oynuyoruz. Bi arkadaşımı gördüm üniversiteden. Biraz laflayalım dedik. Hava da epey bi soğuk. Bi kedi yanaştı yanımıza. Sırnaştı sırnaştı. Sonra da kapişonlu sıvetimin önündeki cebe girdi kedi. Baya da kocaman bişi. Kafayı da diğer taraftan çıkardı. Ben böyle sırnaşık, böyle pişkin bişi görmedim. Cebimden zor çıkardım! Bi daa gidersem pantolonun cebine girmeye kalkacak diye korkuyorum...
  • O değil de, insanlık alemi beni hak edecek ne yaptı, onu çok merak ediyorum…
  • Bir asosyal, bir yako ve bir fab, bir Bolulu Hasan Usta’da oturuyorlarmış. Fab, kalkmak üzere olan asocial’a “Yarın ki olay çok çetrefilli. Satranç taşlarını dizer gibi diziyorum herkesi. Eğer piyona ihtiyacım olursa seni de çağırırım.” demiş. Asocial da “Saol be! Bari fil olsaydım. Uygunum da yani.” diye cevap vermiş. Hikayenin bilge kişisi konumundaki yako, olaya noktayı koymuş: “Bir fil asla vezir olamaz ama bir piyon olabilir.” Yaaaaa!..
  • Sizin Alpler'de gezen şirin Heidi’niz büyüdü de ne haltlar karıştırıyo bi bilseniz!.. (Ben bunu öylesine yazdım. Yazdıktan belki 2 hafta sonra aşağıdaki videoya denk geldim. Tamamen bağımsızlar birbirilerinden. Yorum sizin…)


  • Size hiç herhangi bir yerde yürürken, tam yolun diğer tarafına geçeceğiniz sırada karşıdan gelen kızı/erkeği görüp, kesişmek için yumuşak bir hareketle mevcut yolunuza döndüğünüz oldu mu? Bana hiç olmadı...
  • Otobüste yanımda oturan abiye: “Abi bitirdiysen çevireyim sayfayı. Daha Yiğit’le Ersin var…”
  • Ankara gri, İzmir sarı, İstanbul ise mavi ve yeşilin belirli oranlarda karışımı. Kazdağları da yeşilden bok rengine geçirilmeye çalışılıyor…
  • Başka köşe yazılarını okurken, tam benim kaleme alacağım tarzda bir konu bulup, konuyu da güzelce işlemiş bir yazar çıktığında gıcık oluyorum, ifrit oluyorum! (İfrit ne ola ki?) Niye benim aklıma gelmedi diye yakasına yapışıyorum kendi benliğimin… (TDK’ya baktım. İfrit olmak: çok öfkelenmek, çok kızmak. Yaaa!..)
  • Yaa bak! Okudunuz da fena mı oldu? İleride ben meşhur olunca “Biz onu daha meşhur olmadan okuyoduk akıllım!” diye hava yapcanız cümle aleme…
  • Daha çok şey var akla düşen ama bu haftalık bu kadar. Sonra “uzun oluyo, okuyamıyoz, bik bik bik…” yapıyonuz. Ama tadı damağınızda kaldı di miiii? =D

15.12.2007 / Cumartesi / 22:30 / ev / bilgisayar
/ oasis – lyla

resim: fab

Related Posts with Thumbnails