Friday, 28 November 2008

Ekonomik mi Kriz?

Yüksek müsadenizle, benim bir kaç sorum olacak.

Konu şu ekonomik kriz. Dilerseniz önce ben anladığım kadarını açıklamaya çalışayım. Yanlış, eksik ve ardından belirteceğim anlamadığım kısımlarda lütfen müdahale edin, düzeltin, doldurun falan...

Küresel bir ekonomik krizin eşiğindeyiz. Yada içindeyiz. Az önce kapısından girmiş de olabiliriz. Belki de ısrarla kapısını çalıyoruz. Anlaşılamayan noktalardan biri. Biri girdik der, biri giriyoruz der, biri çıkış gözükmüyor der, biri ekonomik kriz 2 sene önce başladı der... Ekonomik krizin neresindeyiz? Soruyu Einstein'ın “Görecelik Teorisi” ne uygun olarak değiştirecek olursam: “Kriz bizim neremizde?” Görecelik Teorisi der ki “Olgular sabit ve değişmez bir varlığa sahip değildir. Bulundukları konum ve durum değerlerini değiştirebilir. Varlıklar birbirlerine göre farklı konum ve durumlarda da yer alıyor olabilirler...” O zaman krizin ne olduğu kadar, neremizde olduğu da önemli bir soru.

Krizin sebebinin kapitalist sistem olduğu söyleniyor. Deniyor ki, paraya dayalı sistemleriyle dünyayı yöneten baba ülkeler, ortada gerçekten var olan (diyelim ki 50 trilyon dolar) paranın gene göreceli varlığına göre (zira para da bizim yarattığımız bir olgu değil midir ki?) aslında ortada olmayan bir değeri işleme soktukları için biz küresel bir krize sürükleniyoruz (yada sürüklendik).

Yani? Diyelimki dünyadaki toplam iş gücü ve bu iş gücünün parasal değeri 100.000 LiraGerçek. Somut. (mesela). Hepimiz bir araya gelsek, kıçımızı sıksak, çalışsak, çalışsak, daha fazla para çıkaramıyoruz. Bu 100.000 Lira bankalarda, şirketlerde, bizim cebimizde, bakkal amcanın çekmecesinde yada dedemizin yastığının altında dolaşımda.

Sorun “muasır medeniyetler seviyesi”nde baş gösteriyor. Bu çok gelişmiş abiler, çok gelişmiş bankacılık sistemleriyle ortada olmayan bir para üzerinden de işlem yapıyorlar. (NE SAÇMA Dİ Mİ?!) Mesela sen bir ev alacaksın. Evin değeri 50 Lira. (Neye göre, kime göre?) Banka diyor ki sen al bu evi, ben sana koltuk çıkarım. Hatta öyle bile demiyor. Ben senin için alırım, sen ufak ufak bana ödersin diyor. (Zaten bi bokluk çıkacağı ahan da tam bu noktada aşikar!) Her sene 2 lira ödersin, 25 seneye senin olur.

"Aaa süper?! Alırım o zaman ben bunu!"

Banka bunu niye yapıyor? Banka evi senin için alıyor, sen parayı bankaya ödüyorsun. Yani banka sana kredi vermiş oluyor. Bankanın elinde gerçek bir para yok ama banka sana verdiği krediyi tahvile çevirip piyasaya sokuyor. Tahvil ne ki? Tahvil bir çeşit borç senedi. Piyasaya diyor ki ben bu şahısdan 25 sene içinde 50 Lira alacağım. Henüz almadım ama alacağım. Sen canını sıkma, burada para varmış gibi davran. Ben sana alınca öderim. Bu işlem bir kaç banka ve kuruluş tarafından tekrarlanıyor. Yani banka, senin ona olan borcunu, yatırım şirketlerine satıyor. (Adamlar parayı bırakmış, borç satıyor!) Peki yatırım şirketi keriz mi? Neden borç satın alıyor? Banka'nın kısa vadede para yapması gerekiyor. Yatırım şirketiyse bankaya para verip, uzun vadede faiz elde ediyor. Bu tahvil, yani borcuna müteallik kağıt parçası, gelecekte para olacağını vaad eden bir finansal değer. Yatırım şirketi de bu tahvillerle daha büyük para babaları olan fonlardan para çekiyorlar. Bankalar kendi aralarında bu borçları elden ele değiştirerek ortada olmayan bir parayı dolaşımda tutuyorlar.

Karıştı değil mi? Özetliyorum. 50 Lira'lık ev. 25 sene vade. Her sene 2 lira. Ekonomik olarak bu bir değer (elbette göreceli). Banka bunu para vaad eden bir kağıt olarak piyasaya sokup piyasadan para alıyor. Para nereden geliyor? Sistemi kuran büyük yatırım şirketlerinin açtığı fonlardan. Bu baştaki 50 Lira'lık evin kredisine ilişkin tahvil, piyasada belki 60 Lira getiri yapıyor. (Bankanın tahvili sattığı yatırım şirketi faiz alıyor. ) Bu kağıdı alıp başkasına satan bir banka 70 Lira alıyor. Bu işlem tekrarlana tekrarlana 150 Lira'lık bir borca dönüşüyor. İnanılmaz değil mi? Resmen yoktan var ediyorsun. (Maddenin Korunumu Kanunu'nun canı cehenneme!)

Sistem işliyor gibi. Peki kriz nasıl oluştu? Bir kaç sene önce Birleşmiş Milletler'de, insanlar menkul almayı bıraktı. Menkul kıymetler piyasasında durgunluk yaşanınca insanların ödeyeceği kredilerin faizleri arttı:

- Şimdi her sene 4 Lira ödemek zorundasın.

- İyi de ben senede sadece 3 Lira kazanıyorum.

- O zaman evi alamazsın.

- Al başına çal evi!

Ödenemeyen krediler sonucunda, senin evle kalakalan banka parası olmadığı için tahvil karşılığı temenni ettiği parayı geri ödeyemez. Bankanın tek şansı elinde kalan evi satmak. E zaten sorun piyasanın durgun olması. Banka 50 Lira'lık evi belki 30 Lira'ya satabilecek. 20 Lira evden, 10 Lira da ödemesi gereken faizden zararda! Senin banka borcunu ödeyemeyince, bir sonraki de ödeyemez. Zincirleme bir reaksiyon sonucu, senin 50 Lira'lık “eski” evin için piyasada 150 Lira'lık bir borç oluşur. Banka batar! Verdiği borçları geri alamayan fonlar da batar.

Ekonomik sistemin merkezinde olan bankalar birer birer batmaya başlayınca piyasada bir güvensizlik baş gösterir. Bankalar kendi aralarında yaptıkları borç değiş tokuşunu yapmayı bırakır, çünkü her an o banka da batabilir. Bu durgunluk sistemde dolaşan paraya da yansır. Bankadan aldığın ve düzenli olarak ödediğin küçük işletmen birden ödeyemeyeceği kadar faiz ödemek zorunda kalır yada belki bankan tamamen batmıştır. Bu sebeple işçi çıkarırsın. İnsanlar işsiz, parasız kalır. Sistemin en altındaki bireyler para harcamayınca, sisteme para girmez. Gerginlik artar. Sen ben tasarruf yapalım der, alımı keseriz. Gerginlik büyür. İçinden çıkılmaz bir hal alır...

Dünya olarak toplam 100.000 Lira'lık iş gücü hacmimiz vardı ya? Dünya olarak kendi kendimize 300.000 Lira'lık borç yapmış olduk böylece. 100.000 Lira'dan daha fazlasını elde etmen imkan dahilinde değil. Al sana ekonomik kriz! (Olmayan parayla oynarsan, olmayan parayı geri ödeyemezsin elbette...)

Benim ekonomik krizden anladığım bu. Lütfen yanlışlarımı düzeltiniz...

Gelelim anlamadığım, anlayamadığım kısma. Para, finans dünyası, ekonomi... Bunların hepsi insan ürünü. Biz yarattık. Saman verip yumurta almak zordu, kolaylaştırdık, para kullandık. Zeki abilerimiz olayı biraz karmaşıklaştırdı zaman içinde ama banka, kredi kartı falan güzel şeyler tabi. Uzman olmasam da, temel bir mantık çerçevesinde gördüğüm şu ki, insan oğlu kendi eliyle yarattığı devasa bir matematik probleminin elinde kıvranıyor. Kendi yarattığımız sistem bizi aşmış gitmiş durumda. Önünü alamıyoruz, insanlar sefil oluyor... Komik değil mi? Gülünç!

Benim inandığım, bu sistemi gerçekten yöneten insanlar var. Hiç bir iş gücü üretmiyorlar. Para alıp, para satıyor ve kamyonla para yapıyorlar. Para zaten bir şeyler satın almak için yarattığımız bir olgu değil mi? Somut şeyler için soyut bir araç. Para alıp, para satmak? Kendilerine göre yarattıkları sistemi kendileri için bir güzel kullanıyorlar. Olan da senin benim gibi paradan anlamayan, “Ne morgıcı yaa?” diye saf saf bakınan tiplere oluyor.

Diğer bir anlamadığım nokta, 100.000 Lira'lık hacminle nasıl 300.000 Lira'lık harcayan bir sistemi kullanıma sokarsın? Yani biliyorum olay benim anlatabildiğimden çok daha karmaşık, ekonomi okumak lazım anlamak için ama sistem senin, benim için. Benim de biraz anlayabilmem lazım di mi? Bana bu açıdan “bir yerlerde çökeceği aşikar” bir sistem olarak görünüyor. Adamlar risk yönetiyor. Yönetemeyince kriz oluyor. Sonra “kriz yönetimi” başlıyor. (O da saçma sapan bir söz zaten. Kriz nasıl yönetilir? Madem yönetebiliyordun, niye kriz oldu?) Yok ben ikna olmadım henüz...

Bana göre, insanoğlunun bu kadar “alım” a yöneltilmemesi gerek. Zayıfız abi biz! Yüzüğe de karşı koyamamışız zaten zamanında (neyse ki Frodo yok etti). Ver krediyi harcayayım, ver kartı harcayayım. Ne alıyoruz biz bu kadar? Bu da olayın diğer bölümü: REKLAM!.. Öyle bir sektör ki reklam, büyük şirketlerin en etkili silahı. Seni beni öyle bir yönlendiriyor ki! Zaten müziğini çalan eski meski bir “em pe üç”ün var. Ne diye “AY POD” alıyorsun? Ne gerek? Ama olmaz. Reklamlar diyor ki şimdi bu moda. Alıyorsun, çünkü herkes alıyor. Almazsan eziksin, eski modasın. 2 ay sonra yeni modeli geliyor! Uuuu beybiii! Bunu kesin alman lazım! Bitmiyor, bitmiyor...

Demiyorum ki hükümetler bizi tamamen yönetsin. Gene de biraz daha gözetebilirler. Arkamızı kollayabilirler. Borçlarımızı ödemesinler ama borca girmenin pantolon giymek kadar kolay olduğu bir sisteme de “he” demesinler. Biz harcadıkça büyük babalara, büyük abilere yarıyor. Biz kendimizi bilmezsek kimse bilemez ama en azından ortada dursunlar. Hadi bizim tarafımızda zaten değiller, o abilerin tarafında da durmasınlar... Önüne gelen kredi alıyor, önüne gelen kredi kartı alıyor. Yeni bir dünya bu. Ben daha bir kaç sene önce kullanmaya başladım kredi kartı, banka hesabı. Ben somut paraya inanırım kardeşim. Elimde varsa harcarım. Yoksa kırar kıçımı otururum! Ama reklamdaki banka ne diyor? Tatile gidecek paran mı yok? Dert ettiğin şeye bak! Gel, biz seni göndeririz! (Çakaaaal!) Sen de gidersin tabi tatile, insanız, zayıfız, zaaflarımız var. Hep boşluğumuza çalışıyorlar!

Bu sistemin somut şeylere dayalı olması lazım. “Maddenin Korunumu Kanunu”nu temel alan bir ekonomik sistem istiyorum! Fizik kurallarına uysun, beni metafizik durumlara gark etmesin istiyorum. Kendi yarattığımız kağıt parçacıkları tarafından kul köle olmayalım istiyorum! O kağıt parçacıklarının adına ithafen ortada olmayan kağıt parçacıkları üzerinden yürüyen sistemler olmasın, kafa karıştırmasın istiyorum. 3 kağıt oynatan bir adamın önünde salak salak deneyip paramı kaybediyormuş gibi hissediyorum sadece... Okuyup dinleyip anlamaya çalıştıkça o 3 kağıt, 5 oluyor, 7 oluyor...

Ha günlerce araştırıp, kitaplar bitirip yazmıyorum bu yazıyı. Normal, paradan anlamayan bir insan olarak yazıyorum. Bu kadar enformasyon manyağı bir çağda da, bu kadar gündemin göbeğinde olan bir olgunun araştırılmaya gerek olmaması gerektiğini de düşünüyorum. Üstümüze tonlarca bilgi yağarken zaten alıyor olmalıyız alacağımızı. Alamıyorsak o da ayrı bir sorun zaten, üstüne konuşulması gereken...

Budur benim gördüğüm, çabalayıp görebildiğim.

Yardımcı olursanız, düzeltirseniz, beni berhüdar eylersiniz...

Saygılar;

fab

Related Posts with Thumbnails