Biri bayılınca, fenalaşınca hemen "biri su getirsin!" diye bağırır ortama ağırlığını koyan kişi.
Biri çok korkar, hemen "su getirin!".
Moral bozuk diyelim. Gir duşun altına, takıl buruşana kadar. Düşün düşünemediğin yere kadar. (Küresel ısınmaya dikkat!)
Ya da in deniz kenarına, ohh ferahla, genişle. İçine girmesen ya da o senin içine girmese bile etkili mübarek. Belki de vücudumuzdakiyle bağlantı kuruyordur. İşin sırrı budur.
Belki de kadın hamile?! Ama bu sefer sadece su yetmez. "Su kaynatın hemen!" diye bağırır ebe hatun...
Demek ki kaynamış suyun iyileştirici etkisi çok daha büyük. Baksana bütün şişini falan alıp götürdü kadının.....
Bir mekanın lüks olması demek, kocaman, şekilli tabakların ortasına iliştirilmiş ufacık porsiyonlar mı demek?..
Kendi kablosuna takılmayan elektrik süpürgesi istiyorum!
İngilizce zor dil! Bunu şimdi daha iyi anlıyorum çünkü okumayı sökmeye çalışan 6 yaşında bi veletle yaşıyorum. Ve görüyorum ki, İngilizce saçma bi dil. Çocuk takır takır konuşuyor, alfabeyi biliyor ama okuyup yazmaya gelince kasılıyor. Neden? Çocuga "CAT" yaz diyorum (Kedi yani, ket diye okunuyo hani?) Zar zor yazıyor. Oku: "KET". Bir de hecelemesini istiyorum. Bunlarda hecelemek harf harf okumak. Çocugun cevabı doğal olarak "KEE, EEE, TTT". Ama aslında "Sİ, EY, Tİ" demesi lazım. Neden? Çünkü bu harfler alfabede bu sesleri veriyor. E sen "CAT" yazıyorsun, "KET" diye okuyorsun, "Sİ, EY, Tİ" diye heceliyorsun! Senin bi dediğin bi dediğini tutmuyor ki arkadaşım?! Çocuk ne yapsın?!..
Kendi kablosunun üzerinden atlayabilen elektrik süpürgesi istiyorum!..
Bazen kafamdan cümleler kuruyorum ama not almadığım için uçup gidiyorlar. Nasıl olsa o cümleyi ben kurdum, gene kurarım diyorum ama kuramıyorum. Asla kuramıyorsun. Bir kitap dolusu söz değil, basit bir cümle. Ama kendine ait bir enerjisi var. Aynısını yapamıyorsun asla. Arka arkaya eklenen kelimelerden ibaret değil cümleler. Yazının ve dilin anlam kazanmaya başladığı temel parçası. Kelimelerin enerji yüklenmiş hali. Kurma kolu çekilmis bir silah gibi. Görünüşte hareketsiz ama enerjiyle yüklü. Ve ben bu kadar cümle kurup gene de o cümleyi kuramıyorum. Neydi mna koyim yaa?!
Yada vazgeçtim! Kablosuz elektrik süpürgesi istiyorum!..
İstanbul'a gelebilirsem, babanemdem etli ekmek ve su böreği, bizim oradaki çiğ börekçiden çiğ börek, Selma'nın annesinden mantı, halamdan banduma! Hande'den sucuklu yumurta, annemden pirinç pilavı ve kuru fasulyee!! Sonra yaz geldi, ablamdan karışık kızartma, patates, kabak, ne varsa, köfte bi de yanına, üstüne sarımsaklı yoğurt ve domates sos, ohh! Sonra? Pohaça! Allah'ım pohaça ne güzel şeymiş! Yok ki burda ona muadil bişi! Sade pohaça, sokak pohaçası, sıcacık! Oooof offf!..
Ben bunları yazarken yulaf, çerez, kuru üzüm, yaş üzüm, yoğurt ve sütten oluşan bulamaç şeklinde kahvaltımı ediyorum... İroni diye ben buna derim!..
Bu sefer buldum! Ben kirlenmeyen ev istiyorum!
You gave me everything but that was nothing! (Sharon'dan, başkasına...)
MİNİCİK MACERA
Uçurumun kenarında, ayağını bir taşın üstüne dayamış, gözleri ufuk çizgisinde bir nefes aldı sigarasından...
Sigaranın dumanını tuttu içinde biraz da inatla, doktorun söylediklerini düşünürken. Tam sigarasını üflerken gökyüzüne doğru, aklından "hayat benle baş edecek kadar büyük değil..." diye geçiriyordu ki, ayağını dayadığı taş kaydı ve uçurumdan aşağı doğru düştü.
Tam o anda arkasındaki ağacın uçuruma doğru uzanan köklerinden biri imdadına yetişti. Tek eliyle köke tutunmuş, diğer elinde hala sigarası, uçuruma doğru salınırken sırıttı kahraman ukalaca. "Demiştim!" dedi bir kahkaha patlatarak.
O anda ağacın kökü koptu ve dalgaların dövdüğü kayalıklara uzuun uzun düştü. Gene de bırakmamıştı sigarasını elinden ve son düşüncesi de şu oldu bedeni denize karışmadan önce... "Bir nefes daha..."
(Bir arkadaşın babasına ithaf edilmiştir. Sigara hakkaten öldürür!)
Kültürel etkileşim yapacağız ya, geleneksel tatillerden falan bahsediyoruz buradakilerle. Kurban bayramları yok tabi bunların. Anlatıyorum, "sakrifays" diyorum, "kesiyoruz" diyorum, anlamıyorlar. Domuzu şişe geçirip döndürüyosun ama?! "NOEL, NOEL!" diyolar. "He" diorum ben de. Bi de burda Ramazan, "RAMADAN" diye geçio. Sonu davul efekti gibi. Hoş, burdaki nerden bilsin o efekti, gecenin 4'ünde, dan dan da dan dan!! Polis çağırırlar hemen!
Burada çocuklara sıcak çikolata götürüyorum oyun oynarlarken. Bizim çocuk olsa paşa çayı içer di mi paşalar gibi?!
Kafa komşusu... (Sinem'den.)
İstanbul'dayken chill out müzikler dinlemeye başlamıştım son dönemlerde. Radio Lounge, Eryka Badu, böyle sakin sakin. Şu an itibariyle 3 aydan fazla İngiltere'deyim. Mayfield adlı küçük, sakin bir İngiliz kasabasında. Ve farkettim ki Rock müzik dinlemek istiyor canım! Böyle bangır bangır, elktronun tellerine vura vura! İstanbul'un koşuşturmacası, stresi, gürültüsü yetiyormuş bana. Daha fazlasına ihtiyacım yokmuş o zaman diliminde. Buradaysa tam tersi, fazla sessiz-sakin bazen. Müzik, iç dünyamızla dış dünyamızı dengelemeye de yarıyor o halde. Ruhun gıdası işte...
Bir kez daha yazı gibi bişilerin sonuna geldik. Dediğim gibi, 3 ayı doldurdum burada. Özlediniz mi beni? Esen kalın tamam? Ben bilmiyorum nasıl yapılıyo o ama... Deneyin yani.
fincanda kahve / evian şişesinde su
windows media player / deja vu - never
resim / sigara içen adam - fab