Wednesday 31 October 2007

Akla Düşen Düşünceler No: 20071031


  • Yeşil çay, zayıflat bizi!
  • Biz zenginleri çekip, fakirlere veriyoruz. (Stüdyo Robin Hood)
  • Otobanda 240 bas, gönder. Cezan cebine gelsin!
  • Kenetlenmiş dudaklar,
  • Hava geçmez aradan.
  • Sana vermeyecek kız yok,
  • Sen haber ver paradan!
  • (Mert'ten...)
  • Kadir Gecesi dualarda “Happy Hours” varmış. (Mert’ten… Hepimiz çarpılacağız senin yüzünden!)
  • Düşünüyorum, öyleyse susun!
  • Düşünüyorum, öyleyse sen de düşün!
  • Düşünüyorum, OLEY!
  • Düşünüyorum, yoruyor...
  • Düşünüyorum, öyle ya da böyle!..
  • Düşünüyorum, öyleyken böyle…
  • Olmak ya da olmamak.
  • Olmak ya da olmak!
  • Olmak ya da olabilir…
  • Olmak gümüşse, olmamak altındır?
  • Olsam da olur, olmasam da.
  • Olsa da koyim, olmasa da koyim!..
  • Bazı eski sevgililerime bakıyorum da… Aşkın gözü hakikaten kör! =P
  • PKK sorunu sizce de temizlemeye üşendiğiniz için pislendikçe pislenen, gittikçe berbat bir hal alan, rezil bir tuvalete benzemiyor mu? Şimdi kimse kolları sıvayıp işe girişmek istemiyor…
  • Ben Boğaz’dan ya da Haliç’ten geçerken elimdeki kitabı ya da dergiyi indirip manzaraya bakıyorum bol bol. İçime çekiyorum manzarayı. Ne kadar sık geçersem geçeyim bu hiç değişmiyor. İstanbul’uma saygısızlıkmış gibi geliyor aksi takdirde…
  • Bir de ben aldığım dergilerin (Uykusuz’la Penguen alıyorum zaten sadece.) her köşesini okuyorum. Beğenmediğim köşeleri bile okuyorum. (Mesela Kahvaltı Vakti – Engin Günaydın. Şimdi ben buradan kimsenin ismini verip de vay efendim… aa vermişiz…) Adama saygısızlık gibi geliyor yoksa. (Engin abiye yani… Saygılar abi.) Bir de ileride ben de köşe sahibi olursam, bu adiler benim köşemi dışlar, okumazlarsa korkusu da var. Ondan tabi biraz da…
  • Oğlum Trend Show’da Uykusuz’un imza sırasına girdim. (Sıra sonlandıktan sonra rica ettiğim için dayanamayıp beni sıraya alan o abiye çok teşekkür ediyorum. Süper bi insansın sen!) Neyse, ilk sırada Uğur GÜRSOY! Dedim “Bana bir Fırat çizer misiniz?” (Bir şey rica ederken de sesim nasıl ince çıkıyor, gıcık oluyorum bazen!) Tamam anlamında başını salladı. Kafayı çizdi yusyuvarlak ama kaş göz birbirine girdi. (Tabi keçeli kalem, saman kağıdı dergi durumları falan, anlıyoruz. ) O kafayı bıraktı öyle, yanına yenisini çizdi. Biraz sıçtı yani güzelim imzalı 1. sayının içine ama bana bir ışık yaktı resmen: Hata yaptı oğlum herif! Hani hep deriz ya? “Çat çat çiziyolar oğlum, süper herifler!” diye. Adam basbaya hata yaptı işte. İmzayı da kapaktaki karakterin gözüne attı falan böyle. Senin benim gibi insan yani bunlar. (Zaten biliyorduk da…) Dergi hayallerime yeni bir boyut geldi. Umut doğdu resmen içime. =) Umut Sarıkaya! =D

  • Yalnız bu her pencerede 2’şer 3’er gördüğüm Türk Bayrakları beni nasıl büyük bir umut ve gururla dolduruyor, nasıl motive ediyor anlatamam. Batıya doğru dönüp “TOPUNUZ GELİN ÜLEEYNNN!” diye bağırasım geliyor. Üstelik de Cumhuriyet Bayramı’nı geçeli 2 gün oldu. İyi Bayramlar herkese…
  • Son olarak, hani böyle bir yazı aslında kendi içinde özgün oluyor ama yazın şekli olarak bir başkasının kullandığı yazı tipini andırıyor ya? Hani böyle okuduğumuz abilerimizinkiler gibi oluyor ya ama biz bunu zaten bilerek, kendimizi geliştirmek için yapıyoruz. İşte bu beni çok hüzünlendiriyor. =) Alpay ERDEM’e de buradan “sevgilerimle efendim.” =))

31.10.2007 / Çarşamba / 20:08 / ev / bilgisayar
/ Smashing Pumpkins – Tear

resim 1: fab
resim 2: fab’in imzalı 1 nolu Uykusuz dergisi’nden

vestel - adaletsizliğin türkçesi

Yer: Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı
Konsept: Trend Show '08
Tarih: 25-28 Ekim 2007

Ne oldu orada? Vestel kocaman bir stand açtı. Hikayemiz de orada geçiyor zaten...

Vestel'de para bol tabi, parayı bastırıp kondurmuşlar koskoca standı. Helal olsun, gözümüz yok. Aksine, çok da takdir etmiştik yeni diz üstü ve masa üstü bilgisayarlarını tanıtma şekillerini. "Türkiye'nin En Hızlı Oyun Bilgisayarı" diyor ve oyunlarını oynatıyorlar, hatta bir de oyun turnuvaları düzenleyerek ödüller dağıtıyorlardı. En azından bize öyle söylediler...

25 Ekim Perşembe. 18:00 gibi fuara geldim. Kuzenim Baran'ı buldum. 5 bin kişinin arasında alt katta karşılaştık. "Vestel standına çıkıyorum, turnuvaya girdim, final oynayacağım." dedi. "Hadi ya? Ne turnuvası?" diye sordum hemen. "FIFA'08." diye geldi yanıt. "Yapma ya?" dedim! "Ben de katılayım hemen." dedim, çıktık üst kata. Standa vardık. Baran'ın maçı ayarlandı. O arada sorduk, bugün kayıt olmak için biraz geç kalınmış tabii. Cuma da ben gelemiyorum. Ama cumartesi ve pazar günleri de elemeler yapılacak ve sonunda bu 4 günün finalistleri pazar gününün sonunda karşılaşarak kazananı belirleyeceklerdi. Ödül ise bir Vestel diz üstü bilgisayar!

Baran kazandı maçını 4-1. Pazar günü için finalde artık.

Sene 1998. Lise'deyim o zamanlar. Henüz hiç bilgisayar görmemişim hayatımda. Lise arkadaşım Murat'ın Zeytinburnu'ndaki evinde gördüm ilk defa, Windows '95 işletim sistemli, Tomato anakartlı, Celeron 400 işlemcili o televizyona benzeyen aleti. 4 arkadaşız. "Maç yapacağız." dediler. "Nerede?" dedim. "Bunda işte!" dediler. Bayağı bayağı o 37 ekran televizyon büyüklüğündeki, bir zamanlar beyaz ama şimdi sarımtrak gözüken ekranı gösteriyorlar. "Nasıl?" dedim gayri ihtiyari. Benden bir kaç sene önde olan arkadaşlarım biraz güldü, sonra gösterdiler "nasıl" olduğunu. Sene 98 ama FIFA'98 henüz çıkmamış. FIFA'97 oynanıyor hala. Güzeldi o oyunun grafikleri falan. Golden sonra "D" ye basarsan taraftar davul çalıyor, tek bilgisayarda biri klavyede oynarken diğeri fareyle oynayabiliyor vs. Çılgınlar gibi oynuyoruz. Okuldan çıkar çıkmaz Murat'lara gidiyoruz, akşama kadar o 14 inç ekranın karşısında turnuvalar düzenliyoruz. O zamanlar mütemadiyen yeniliyorum tabii. Ardından FIFA'98 geldi. FIFA'98'de de başaramadım adımı finale yazdıranlar arasına girmeyi. 99 olduğunda ve etrafı internet kafeler sarmaya başladığında çoklu oyuncu seçeneğinin müptelası olduk. (Multiplayer derler genelde.) 2 bilgisayarla tek bir maç yapabiliyorduk. Herkesin bir klavyesi vardı; şartlar eşitti.

Çok geçmeden bizim internet kafemiz "Mozaik Net Cafe" açıldı 99'un 16 Ekim'inde. Sonunda benim de bilgisayarım vardı.

Ve FIFA'99 geldi! EA Sports'un ürettiği FIFA serisinin şahı! Ben de oyuncuların şahı oldum o oyunla birlikte. Yenilmez Ümit'i, sessiz ama derinden giden Kadir'i, her daim ukala Murat'ı sıraya diziyordum artık. FIFA macerası başlayalı 2 sene olmuştu sadece...

Ardından niceleri geldi. Pek tutmadığımız FIFA'00, Hakan ŞÜKÜR'ün alevli şutlar attığı World Cup 2002, oynamaya doyamadığımız FIFA'05 ve ilk başta alışamasak da kendimizi çok kaptırdığımız FIFA'07'nin üst versiyonu, FIFA'08 geldi! Bir kaç gün önce Baran'ın bilgisayarında talim etmiştik hatta ilk. "Zorlaştırmışlar olum bunu!" demiştik...

Yeni gibi görünüyorduk belki FIFA'08 için ama aslında bi çoklarından çok daha eskiydik. 11 senedir bu oyunu oynuyormuşuz, hiç farketmedik. İddialıyız da. Ve birileri şimdi çıkıp diyordu ki, "En iyiye diz üstü bilgisayar!". Bu kaçırılmaz bir fırsattı.

27 Ekim 2007 Cumartesi. 16:30'da gidebildim fuara. "Az önce bitti kayıtlar." dediler çok üzülmüş gibi görünerek. "Peki ya yarın?" diye sordum. "Elbette." dedi hostes kızlardan kumral saçlı olanı: "Yarın 16:00'ya kadar kayıt yaptırabilirsiniz turnuvaya."

"Yani yarın 16:00'ya kadar girebilirim değil mi?" diyerek tekrar ettim ardından.

"Evet 16:00'ya kadar." dedi o da.

"Peki teşekkür ederim o zaman." diyerek uzaklaştım.

27 Ekim gecesi, yani 28 Ekim gününün ilk saatlerinde Baran'ın bilgisayarında antreman yaptık FIFA'08 oynayarak. 8 maçtan 4'ünü o aldı, 4'ünü ben. Finalde karşılaşmaya hazırdık!

28 Ekim Pazar. Fuarın son günü. Bir gece önceki halı saha maçının üzerine kaslarımız halen gergin. Heyecandan dolayı sinirler de. Bugün gidip turnuvaya katılacağım. Finalde Baran'la karşılaşırsam? Olsun, iyi olan kazansın. % 70 o alır heralde. Hiç olmazsa bizden biri kazanmış olur...

28 Ekim Pazar günü Kıtalararası Avrasya Maratonu koşulacakmış. Trafik felç tabi. Baran tüm olacaklardan habersiz mesaj atmış bana öğlen "Evden geç çıkma. Yolları kapatmışlar." diye.

Bana 16:00 dediler ama ben erken çıkayım biraz diyerek 14:00 gibi çıktım evden. "Tramvayla Kabataş'a gider, oradan da Harbiye'ye çıkarsın." dedi eniştem. "Dur ben de geliyorum. İşe gideceğim zaten." dedi ve çıktık. Tramvay Sirkeci'ye kadar çalışıyormuş meğer. "Demek ki Eminönü Köprüsü kapalı." diye düşündük. Halbuse araç trafiği açık ancak tramvay gitmiyor? Şaşılacak şey! Doğal olarak araç trafiği de kilit. Sonunda çaresiz bir taksiye bindik. Elbette ki dünyadaki tüm iyilik ve kötülükleri bilen bilge bir taksiciydi ve bizi zıvanadan çıkarmayı başardı "Trafiği çekemiyorsan gideceksin buradan, Anadolu'ya yerleşeceksin.", "Ne biliyorsun Erdoğan'ın para çaldığını? Koynunda mı yattın?" ve "Deniz BAYKAL dinsiz herifin teki. Elimi sıktı Hatay'da memleketteyken. Ordan biliyorum." yorumlarıyla... (Sanırım bu adam da vestel'in tuttuğu bir adamdı!)

Saat 15:30. Vestel Standındayım. Standdaki kızlar ve bir adam "Üzgünüz, kapandı kayıtlar." diyor. "Öyle birşey yok!" dedim anında.

"Bana dün 16:00 dendi. Saat 15:30 ve hiç kolay olmayan yollardan buraya geldim. Yetiştim! Beni turnuvaya almak zorundasınız!"


Çeşitli cevaplar geldi konu hakkında bilgisiz ve duyarsız çalışanlardan.

"Biz mi 16:00 dedik?"
"Yok biz dememişizdir öyle."
"Zaten 2'de bitiyo ki."
"Şu an yapılabilecek birşey yok."
"12'de gelseydiniz. Bakın bu insanlar 12'de gelmiş buraya."

Sonuncusu beni zıvanadan çıkarttı tabi! "Sana mı soracağım ulan kaçta geleceğimi?!" dememi engelleyen tek şey karşımda bir bayan oluşuydu. "Bana 16:00 dendi, 15:30'da geldim. Benim de işlerim var, kaçta geleceğime ben karar veririm." dedim zorlukla.

Ardından baktım ki bu cahil cühela gruptan düzgün bir yanıt alamayacağım, "Yetkili kişi kim? Onunla görüşmek istiyorum ben!" dedim. Mikrofon elinde sunumları yapan bir kişi gösterdiler. Gittim yanına. Biriyle konuşurken elindeki finalistler listesinin en tepesinde Baran AŞIKHASANOĞLU yazdığını gördüm. Sonra bana döndü kendisi. Anlattım durumu. Hiç olmazsa adam gibi bir adam vardı karşımda. Durum için özür diledi. Gün sonunda büyük final olduğu için programı öne aldıklarından, yapılabilecek bir şey olmadığından falan bahsetti. "Özür sayılmaz ama sana bir Kabus 22 oyunu hediye edelim." dedi. Bana bir Kabus 22 hediye ettiler. İlk Türk bilgisayar oyunu mu ne...

Yapılabilecek bir şey, şikayet edilecek merci yoktu. Belli ki "madem güzelim, beyine ne gerek var?" diye düşünen hostes kız bana yanlış saat söylemişti son gün için. Ya da aralarında bir iletişimsizlik olmuştu. Ya da hostes kız o kadar sıkılmıştı ki o gün, beni başından savmak için bir saat uyduruvermişti...

Sinirime hakim olmaya çalışarak alt kata indim. Haksızlığa tahammülüm yoktu ama hakkımı arayamıyordum!

Gripin konserinden bile tat alamadım. Coca Cola'nın 360 derece sahasında yapılan maçları izledim. Basıp gidecektim ama en azından Baran finaldeydi. Ona destek olmalıydım.

Baranlar geldi. Anlattım olayı. O da inanamadı. "Neyse boşver." dedim. "Artık bu turnuvayı kazanman farz oldu!"

Saat 17:10.

"Senin final kaçta?"

"18:00'de. 50 dakika var." diye cevap verdi Baran heyecanlı heyecanlı. "Dur bi gidip sorayım." dedi ardından.

Baran ve Işıl standa gittiler ama bir türlü gelmediler. Uzaktan benim konuştuğum adamla konuştuklarını gördüm. "N'oluyo lan?" diyerek meşhur vestel standına seyirttim. Baran sinirden kızarmış, adamla tartışıyordu. Finaller yapılmıştı!

Nasıl yani ya? Nasıl yapılabilir ki finaller? Kazanacak adam burada işte!

Final saatinde orada olmadığı için elemişlerdi Baran'ı. Ben de dahil oldum tartışmaya. Nasıl olabilirdi ki böyle birşey? Baran perşembe günü finalist olduğunu ve kendisine pazar günü 18:00'de burada olmasını söylediklerini anlatmaya çalışıyordu. Adam ısrarla "Ben cumadan beri buradayım ve sürekli, tekrar tekrar 1 diye anons yaptım" diyordu. Araya vestelde yetkili bir adam girdi, takım elbiseli, "Sorun nedir?" diyerek. Yetkili olmasının herşeyi çözeceği yanılgısına düşmüş bu arkadaş "Finaller bitti arkadaşlar, yapılabilecek birşey yok. Şimdi ödül töreni var. Bittikten sonra konuşuruz isterseniz." diyerek konuyu kapatmaya çalıştı.

Gözümüz kapalı kazanabileceğimiz diz üstü, göz göre göre gidiyordu elimizden.

Baran'ın sağından bizim gibi genç bir işgüzar da konuya dahil oldu. "Abi bi hata olmuş ama yapılabilecek bir şey yok bu saatten sonra, zorlama istersen, boşver." gibi birşeyler zırvaladı ama Baran ağzının payını verdikten sonra geri çekildi.

Ödüllerin verileceği söylendiğinde "Gidelim hadi, ne duruyoruz burada?" dedik. Tam standdan ayrılırken "Kazananı görmek istiyorum." dedim. Baran, ben, Işıl bekledik. Sahneye çağırılan çocuk kimdi bilin bakalım. Az önceki işgüzar! Ödülü de kimden aldı biliyor musunuz? Yetkili olmasının herşeyi çözeceği yanılgısına düşmüş olan pazarlama müdürü sıfatlı kişiden.

Gözümüz kapalı kazanabileceğimiz diz üstü, göz göre göre gitti elimizden!

Ve biz hiçbir şey yapamadık. Kimseye derdimizi anlatamadık. Bu yapılanları kimseye şikayet edemedik. "Vestel gibi büyük bir firma..." diye başladığımız cümlelerin sonunu getiremedik. Cümle "Böyle adi ve etik değerlerden yoksun bir firma..." ya döndü.

Son tartışmamız sırasında araya giren "pazarlama müdürü" saatle ilgili yapılan kavga üzerine, "Saat değişiklikleri internet sitesinde var arkadaşlar. Oradan bakabilirdiniz." demişti. Geldim ve baktım. İşte sitedeki saatler:


http://www.vestel.com.tr/trendshow08/

Ben hemen söyleyeyim. Bahsettiği sitede pazar günü için 18:00-18:30'a kadar elemeler diyor. 19:00-19:30 8 finalist diyor.

Biz mi yanlış yere bakıyoruz bilmiyorum ama ne yaptıklarından da habersiz bunlar. Yapılan turnuva FIFA'08 turnuvası ama fuarın internet sitesinde FIFA'07 turnuvası deniyor. Ben gidiyorum, saat 16:00 deniyor, site bunu doğruluyor, geç kaldınız deniyor. Baran'a pazar 18:00'de deniyor, pazar 17:00'de gidiyoruz, geç kaldığınız için elendiniz deniyor. Hadi ben oyuna bile giremedim ama Baran finalistler arasına adını 4-1'lik skorla yazdırmıştı. İddia ediyorum o ödülü de kazanacaktı.

Yani organizasyonun her noktasında "böylesine büyük bir firma için" yapılmayacak hatalar, özensizlikler, kendilerine yakışmayan hareketlerde bulunan çalışanlar, bir sorununu dile getirmeye çalışan müşterilerin sesini bastırmaya çalışan, etik değerlerden yoksun "yetkililer" vardı.

vestel için verdikleri bilgisayarların maddi bir zararı olmayabilir. Zaten fuar içerisinde 50 bin gence kendini gösterme fırsatını bulmuşlar. Birkaç diz üstü bilgisayar nedir ki? Fakat bizim için durum daha farklı. O bilgisayar bize pekala çok büyük katkıda bulunabilirdi. 2.000 YTL çok şeyde fark yaratabilirdi. Ve bize bunu hakederek kazanabileceğimiz bir ortam sunulduğunu düşünmüştük. Ancak vestel bunu göremedi. Karşısındakiyle empati kuramadı. Potansiyel müşterilerinin ne anlatmak istediğiyle ilgilenmedi.

"En iyiye ödül!" dedi; en iyiyi bulmaya çalışmadı bile. Gel gör ki biz de burada kendilerini kınamaktan başka bir şey yapamıyoruz.

Üstelik iddia ediyoruz: Seçtiğiniz finalisti ikimiz de yenebiliriz!

Bizce firmanın büyüklüğünü kapitali belirlemez. Satış ağı belirlemez. Teknolojisi belirlemez. Satış yaptığı kişilere bakış açısı belirler. Küçüklerle küçük, büyüklerle büyük olamadıktan sonra, her oyun ağır gelir bünyeye...

Teşekkürler;
Fatih MISTAÇOĞLU

NOT: Bu arada yazının başında vestel için yeni bir logo var gördüğünüz gibi. Normal logoda harfleri büyük yazılmıştı. Böylesinin daha uygun olacağını düşünerek küçük harflerle yeni bir logo hazırladım. Mesajı da verilen esas mesaj olarak değiştirdim. Bu logoyu kullanmak isterlerse telif hakları için benimle bağlantıya geçebilirler...

31 Ekim 2007 / Çarşamba / ev / bilgisayar
/ Steve Miller Band - Serenade

resim 1: fab
resim 2: fab

Tuesday 30 October 2007

Uzak Kapının Bulanık Bekçisi

Rüya ve gerçek hayat, aynı manzaranın farklı odaklarla çekilmiş iki farklı kopyasından başka birşey değiller aslında.

Rüya, fotoğrafın odağı çok derinlere ayarlanmış kopyası; hayat ise manzarada yakınlarda görülen ve rahatlıkla seçilebilen nesnelere odaklanmış hali. Biz genellikle gündelik hayatımıza odaklıyoruz kendimizi ve yakındaki nesnelerle alakalıyız daha çok ancak bir fotoğrafın anlam kazanabilmesi için, arka fondaki derinlik hissi, olmazsa olmaz bir ihtiyaç. Kendimizi adapte ettiğimiz gündelik hayatımızda rüyalar, resmin arkasında kalan bulanık bir bölge sadece. Ama manzara çok derin ve engin. biz seçemesek de çok çok büyük mekanları fotoğraflıyoruz aslında. Bu nedenledir ki bilinçli düşünebildiğimiz uyanık saatlerde rüyalar bize çok bulanık, puslu ve abzürt gelir. Bunun sebebi gün içerisinde odağı derinlere kaydıramamamız ve netleştirilemeyen bir görüntü için bilinçaltının anlayabileceğimizden çok çok daha geniş ve karmaşık olmasıdır.

Uykuya dalmadan önce bu iki odak arasında gider geliriz. Bazen tam uyuyacakken geri döneriz ve çok çok kısa bir an için, odak yeniden gündelik hayata dönmeden önce birşeyler görür, duyar, hissederiz. Gündelik hayata ait olmayan bu odaktan bir an için gördüğümüz görüntüler beynimize kazınır ancak anlamlandırılamaz; çünkü biz çoktan odağımızı normal hayata döndürmüşüzdür. O görüntüler ve nesneler arasındaki bağlantılar gündelik odağımızla bakıldığında bulanık ve anlamsızdır. Beynimiz bize göre o an anlamsız bağlantılar kurar ancak aslında onlar bilinç altımızın ve belki de biraz sonra uykuya daldığımızda göreceğimiz rüyanın materyalleridir.

Uykudan aniden uyandırıldığımızda da odak birden bire değiştiği için gördüğümüz rüyaları çoğunlukla hatırlayamayız. Kendiliğinden uyandığınızda gördüğünüz rüyaları hatırlama olasılığınız çok daha yüksektir. Bir kameranın objektifinden çok uzakları odakladığınızı ve yavaş yavaş odağı yakınlara çektiğinizi düşünün. Tamamen geri geldiğinizde baktığınız nokta bulanık olsa da, tam orada ne olduğunu biliyor olursunuz...

Eğer bu odağı bilinçli olarak kullanabilseydik, beynimizin kapasitesini çok çok yukarılara taşıyabilirdik. Beynimizin çok küçük bir kısmını kullanabilmemizin sebebi bu farklı odaklar bence. Bilinçli olarak bakabildiğimiz kısım çok küçük. Beyin bilinç altında ve gündelik hayatta farklı kodlama sistemleri kullanıyor ve bizim sadece bunun çok küçük bir kısmı olan gündelik hayatı okuyabilecek anahtarımız var.

Rüyalar hayal gücünün, bilinç altının ve beynimizin asla ulaşamadığımız sınırlarının kapısında duran bekçiler. Bazen kapının anahtar deliğinden bakmamıza izin veriyor sadece.


Bizimse tek ihtiyacımız küçük bir anahtar...

25.10.2007 / Perşembe / 11:55 / ev / bilgisayar

resim 1: desEXign@deviantart (UgurYıldız)

resim 2: judith@deviantart

resim 3: Ruvsk@deviantart (Paulo Macedo), bt_v@deviantart, super_sheep@deviantart, düzenleme: fab

Related Posts with Thumbnails